Birşey öğrendim
Gel değişik sevah
Sen beni sev ben seni sevim
Sevdayı yaşiyah
Sen benim için yan
Ben seni severah yanim dutuşim
Klasik aşk neyse oni yaşiyah
Yada sen sevme haberin olmasın
Ben sene sevdalanıp dolaşim
Platonik aşk neyse oni yaşiyah
Sevdada oturah yiyah içah
Ele olah ki kan kusah
Tombilik aşk neyse oni yaşiyah
İstersen sevdandan kendimi kesim
Sağı mi solu mi doğriyim biçim
Psikopatik aşk neyse oni yaşiyah
Dur ben kerem olim sen aslı
Sonumuz ele bitsin yaslı
Nostaljik aşk neyse oni yaşiyah
Ele sevah ki gara sevda olah
Araplara benziyah gapkara olah
Gara aşk neyse oni yaşiyah
Yalan söylemiyah hep doğru diyah
Beraber oturah beraber yiyah
Realist aşk neyse oni yaşıyah
Birbirimize türkü söyliyah mızıldiyah
Elele tarlalarda bostanlarda gezah
Romantik aşk neyse oni yaşiyah
kediyi gudiği (köpek)sen diye sevim
Sende horozi culuği(hindi) ben diye sev
Sembolik aşk neyse oni yaşiyah
Gel elele tutuşip gendimizi elektiriğe verah
Zangır zangır titriyah,ölmiyah
Elektronik aşk neyse oni yaşıyah
Ahırlarda komlarda buluşah
Tezek galahlarının (yığın) dibinde oturah
Otantik aşk neyse oni yaşiyah
Sen beni sevirsen bilirem, ben de seni
Ele ........... bırahah hakket sevah
Adam gibi sevah sevdayi yaşıyah...
31 Ocak 2009 Cumartesi
30 Ocak 2009 Cuma
YAĞDIKÇA...
Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü,
Kavim göçlerinden bu yana ağlayan
Ve durmadan
Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler
Çalan, çaldıran, yakalatan
Adı bende gizli bir kadındı İstanbul
Şehre bir yağmur yağdı
Ben ağladım
Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan
Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses
Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır
Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü
yerlerinden
Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk
sipariş edildi yeniden
Bir şehre yağmur yağdı
Ben ağladım
Kim daha çok yalan söndürdü çay
bardaklarında
Hangisi talandı demli öpücüklerin
Ve buğularda yitirilen kimin adıydı
Bir aşktan diğerine kaç saate gidiliyordu
Soyulur muydu kabuğu hayatın
Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?
Yağmur şehre bir yağdı
Ben ağladım
Ben ençok seni götürdüm giderken
Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları
Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı
Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi
Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı
Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı
Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı
Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı
Ben...
Yağmur...
Ağladım...
Yılmaz ERDOĞAN
Kavim göçlerinden bu yana ağlayan
Ve durmadan
Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler
Çalan, çaldıran, yakalatan
Adı bende gizli bir kadındı İstanbul
Şehre bir yağmur yağdı
Ben ağladım
Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan
Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses
Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır
Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü
yerlerinden
Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk
sipariş edildi yeniden
Bir şehre yağmur yağdı
Ben ağladım
Kim daha çok yalan söndürdü çay
bardaklarında
Hangisi talandı demli öpücüklerin
Ve buğularda yitirilen kimin adıydı
Bir aşktan diğerine kaç saate gidiliyordu
Soyulur muydu kabuğu hayatın
Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?
Yağmur şehre bir yağdı
Ben ağladım
Ben ençok seni götürdüm giderken
Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları
Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı
Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi
Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı
Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı
Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı
Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı
Ben...
Yağmur...
Ağladım...
Yılmaz ERDOĞAN
22 Ocak 2009 Perşembe
BU SEVGİDİR
Onun güzelliğini herkes görüyorsa o bence az güzeldir.
Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir.
Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir.
Yalnız ben biliyorsam bu aşktır.
Hiç kimse görmüyorsa bu yalnızlıktır...
ÖZDEMİR ASAF
Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir.
Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir.
Yalnız ben biliyorsam bu aşktır.
Hiç kimse görmüyorsa bu yalnızlıktır...
ÖZDEMİR ASAF
21 Ocak 2009 Çarşamba
ABBAS
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'ta;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan...
CAHİT SITKI TARANCI
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'ta;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan...
CAHİT SITKI TARANCI
ÖZLEDİM SENİ...
özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
'git artık' demek
'beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa'
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....
CAN YÜCEL
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
'git artık' demek
'beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa'
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....
CAN YÜCEL
20 Ocak 2009 Salı
Hoş Geldin Bebek
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.
16 Ocak 2009 Cuma
Gözlerin
Ve gözlerin aklıma gelir
Ve sözlerin
Gidişin gitmiyor gözümün önünden
Ve izleri derin
İlk değilsin bu senin bildiğin
Ve yine biliyorsun sen en son sevdiğim
Şimdi uzaklardasın
Ben çamlar arasında bir hastane odasında
Ciğerimde bir ince hastalık
İçimde kapanmak bilmeyen bir yara
Ve elimde sanki inadına bir sigara
Biliyorum dönmeyeceksin
Hatta arkana bile bakmaksızın
Gün gelir belki bir yuva kurarsın
Oğlun olursa benim adımı koyar mısın?
Gittin
Dağ gibi sevdamı devirip ardında
Gittin
Allahaısmarladık bile demedin
Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçelerinde
O şarkıyı bir daha hiç söyleyemedim
Şimdi elimde bir bardak çay
Ve dudağımda buruk tebessüm
Kendi kendimi üzmemeye söz verdim
Ve ben seni hayatımın bir musalla taşının
En yakın yerinde sevdim...
Uğur Arslan
Ve sözlerin
Gidişin gitmiyor gözümün önünden
Ve izleri derin
İlk değilsin bu senin bildiğin
Ve yine biliyorsun sen en son sevdiğim
Şimdi uzaklardasın
Ben çamlar arasında bir hastane odasında
Ciğerimde bir ince hastalık
İçimde kapanmak bilmeyen bir yara
Ve elimde sanki inadına bir sigara
Biliyorum dönmeyeceksin
Hatta arkana bile bakmaksızın
Gün gelir belki bir yuva kurarsın
Oğlun olursa benim adımı koyar mısın?
Gittin
Dağ gibi sevdamı devirip ardında
Gittin
Allahaısmarladık bile demedin
Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçelerinde
O şarkıyı bir daha hiç söyleyemedim
Şimdi elimde bir bardak çay
Ve dudağımda buruk tebessüm
Kendi kendimi üzmemeye söz verdim
Ve ben seni hayatımın bir musalla taşının
En yakın yerinde sevdim...
Uğur Arslan
15 Ocak 2009 Perşembe
Misket (Küçük bir çocuğun büyük bir anısı)
Yaşlı adam, bir konfeksiyon mağazasına ait vitrine uzun uzun baktıktan sonra, ilerideki yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına dönerek:
-Küçüüük! diye seslendi. Bana biraz yardımcı olur musun?
Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp geldi. 7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler, "tek kelimeyle" dökülüyordu.
Yaşlı adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra:
Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim, dedi. Bakalım üzerine
uyacak mi?
Çocuk, bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi. Onunla birlikte mağazaya girerken, ilk önce rüyâda olup olmadığını, daha sonrada şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü. Genellikle ailedeki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen giyecekler, elbiselerin ona dar gelmesiyle birlikte ortanca kardeşe kalır, birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı.
Ama "her zaman hasta" dedikleri babasının ne kadar zor para kazandığını bildiğinden, bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. simdi ise, ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik de bayrama üç gün kala.
Çocuk, yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde, büyümüş
olduğunu ilk defa farketti. Çizgili kadifeden yapılmış pantolon, bacaklarının ne kadar uzun olduğunu ortaya koyarken, yeni ceketi de omuzlarını iyice geniş göstermişti. Fakat hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık üşümeyecekti. Çocuk, biraz önce kazandığı misketleri onun cebine bıraktığında, iyice keyiflendi. İrili ufaklı misketler, gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı. Demek ki her bir cep, en az elli misket alabilirdi.
Yaşlı adam, çocuğu sağa sola döndürdükten sonra, elbiselerin
paketlenmesini istedi. Ve iş tamamlandığında, tezgâhtara dönerek:
-Elbiseleri torunuma alıyorum, dedi. Kendisine sürpriz yapacağım
için, onları bu çocuğun üzerinde denedim. İkisinin de boyu falan aynı
da...
Çocuk, bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi.
Ama artık büyüdüğüne göre, bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa baktıktan sonra, üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara fırlattığı eskileri giydi.
Adam, elbiselerin torununa uyacağından emindi. Yaptığı hizmet için çocuğa bir ciklet parası vermek istediğinde, onu yanında göremedi. Haylaz velet, belli ki bu isten sıkılmıştı.
Çocuk, arkadaşlarının yanına döndüğünde, bir kenara çekilerek onları seyretmeye koyuldu. Ve bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı.
Arkadaşları :
-Niçin oynamıyorsun? diye sordular. En güzel misketleri sen
kazanmıştın.
-Çocuk, inci gibi yaslar süzülen gözlerini arkadaşlarından
kaçırmaya çalışırken:
-Misketlerim, bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi, dedi. Bu
yüzden onları, bayramlık kabanımın cebine sakladım.
-Küçüüük! diye seslendi. Bana biraz yardımcı olur musun?
Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp geldi. 7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler, "tek kelimeyle" dökülüyordu.
Yaşlı adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra:
Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim, dedi. Bakalım üzerine
uyacak mi?
Çocuk, bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi. Onunla birlikte mağazaya girerken, ilk önce rüyâda olup olmadığını, daha sonrada şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü. Genellikle ailedeki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen giyecekler, elbiselerin ona dar gelmesiyle birlikte ortanca kardeşe kalır, birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı.
Ama "her zaman hasta" dedikleri babasının ne kadar zor para kazandığını bildiğinden, bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. simdi ise, ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik de bayrama üç gün kala.
Çocuk, yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde, büyümüş
olduğunu ilk defa farketti. Çizgili kadifeden yapılmış pantolon, bacaklarının ne kadar uzun olduğunu ortaya koyarken, yeni ceketi de omuzlarını iyice geniş göstermişti. Fakat hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık üşümeyecekti. Çocuk, biraz önce kazandığı misketleri onun cebine bıraktığında, iyice keyiflendi. İrili ufaklı misketler, gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı. Demek ki her bir cep, en az elli misket alabilirdi.
Yaşlı adam, çocuğu sağa sola döndürdükten sonra, elbiselerin
paketlenmesini istedi. Ve iş tamamlandığında, tezgâhtara dönerek:
-Elbiseleri torunuma alıyorum, dedi. Kendisine sürpriz yapacağım
için, onları bu çocuğun üzerinde denedim. İkisinin de boyu falan aynı
da...
Çocuk, bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi.
Ama artık büyüdüğüne göre, bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa baktıktan sonra, üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara fırlattığı eskileri giydi.
Adam, elbiselerin torununa uyacağından emindi. Yaptığı hizmet için çocuğa bir ciklet parası vermek istediğinde, onu yanında göremedi. Haylaz velet, belli ki bu isten sıkılmıştı.
Çocuk, arkadaşlarının yanına döndüğünde, bir kenara çekilerek onları seyretmeye koyuldu. Ve bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı.
Arkadaşları :
-Niçin oynamıyorsun? diye sordular. En güzel misketleri sen
kazanmıştın.
-Çocuk, inci gibi yaslar süzülen gözlerini arkadaşlarından
kaçırmaya çalışırken:
-Misketlerim, bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi, dedi. Bu
yüzden onları, bayramlık kabanımın cebine sakladım.
-alıntı-
Bir'den Bir'e - Geçici Bir Ayrılık
Çok uzaklardasın şimdi sanki ruhumdan bile kaçar gibi
Sanma ki ihaneti isteyeceğim senden
Zaten gözlerin başka ufuklara bakar
Ruhun başka diyarlarda gezerken
Aşkını bile isteyemem,
Çünkü aşk verilir istenmeden.
Gökyüzündeki yıldızlara baktın mı hiç
Ne kadar çoklar, milyarlarca yıldız
Ne kadar çoklar ama hepsi yalnız
Üşüyorum, titriyorum sensizlikten
Ne garip bir duygu bu
Hiç tadamamışken senle olmayı
İçimde bir şeyler kıpırdıyor
Seninle olmanın hazzını hissettiren
Sanki birlikteymişiz gibi çok çok eskiden
Geçici bir ayrılık bizimkisi
İşler var, bitirilmesi gereken
Seninle olmayı ne kadar da özlemişim
Sensizlik ne kadar gerçekse şimdi
Sen de o kadar gerçeksin
İçimde hep bir özlem, geçmişten gelen
Can BİLGE
Sanma ki ihaneti isteyeceğim senden
Zaten gözlerin başka ufuklara bakar
Ruhun başka diyarlarda gezerken
Aşkını bile isteyemem,
Çünkü aşk verilir istenmeden.
Gökyüzündeki yıldızlara baktın mı hiç
Ne kadar çoklar, milyarlarca yıldız
Ne kadar çoklar ama hepsi yalnız
Üşüyorum, titriyorum sensizlikten
Ne garip bir duygu bu
Hiç tadamamışken senle olmayı
İçimde bir şeyler kıpırdıyor
Seninle olmanın hazzını hissettiren
Sanki birlikteymişiz gibi çok çok eskiden
Geçici bir ayrılık bizimkisi
İşler var, bitirilmesi gereken
Seninle olmayı ne kadar da özlemişim
Sensizlik ne kadar gerçekse şimdi
Sen de o kadar gerçeksin
İçimde hep bir özlem, geçmişten gelen
Can BİLGE
9 Ocak 2009 Cuma
BAĞLANMAYACAKSIN
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...
CAN YUCEL
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...
CAN YUCEL
7 Ocak 2009 Çarşamba
Sen Olmasaydın
Sensin bu gölümün yöü mekanı
Bende ar olmazdı sen olmasaydın
Ak nergizler sana aksın dağlarda
Balda sır olmazdı sen olmasaydın
Dağlardaki güneş doğmaz aleme
Buluttaki yağmur yağmaz aleme
Gölümdeki güzel sığmaz aleme
Dünya dar olmazdı sen olmasaydın
Suru sırdan derler suyuma benim
El eyleyen çıkar toyuma benim
Elde güzel çokmuş neyime benim
Gözüm kör olmazdı sen olmasaydın
Kuşlar yuvasından uçar mıydı ki
Bulutlar yağmurdan kaçar mıydı ki
Yaylada çiçekler açar mıydı ki
Dağlar Kar olmazdı sen olmasaydın
Dostlarım el oldu senin uğruna
Gözlerim Sel oldu senin uğruna
Sefai'yim del oldu senin uğruna
Gurbet zor olmazdı sen olmasaydın
Aşık SEFAİ
Bende ar olmazdı sen olmasaydın
Ak nergizler sana aksın dağlarda
Balda sır olmazdı sen olmasaydın
Dağlardaki güneş doğmaz aleme
Buluttaki yağmur yağmaz aleme
Gölümdeki güzel sığmaz aleme
Dünya dar olmazdı sen olmasaydın
Suru sırdan derler suyuma benim
El eyleyen çıkar toyuma benim
Elde güzel çokmuş neyime benim
Gözüm kör olmazdı sen olmasaydın
Kuşlar yuvasından uçar mıydı ki
Bulutlar yağmurdan kaçar mıydı ki
Yaylada çiçekler açar mıydı ki
Dağlar Kar olmazdı sen olmasaydın
Dostlarım el oldu senin uğruna
Gözlerim Sel oldu senin uğruna
Sefai'yim del oldu senin uğruna
Gurbet zor olmazdı sen olmasaydın
Aşık SEFAİ
1 Ocak 2009 Perşembe
DENİZİN ARDI ÖZGÜRLÜK
Ne demeli şimdi Bir çiğdemin toprağı yırtışını seyredişim
Göğe mi dokunmalı, ucuna mi körpe filizin
Öyleyse karanlık sokaklarda koştuğumu düşün
Ay gene bir kadın gibi sarkıyorken denize
Dirseklerimle böğrüme gömdüğüm titremeyi düşün
Oradan göğsümü kaplayışını soğuk bir terin
İlk sözcüğü anlamla birleştiren çocuğu düşün
Onun kavradıkça derinleşen şarkısını
ay perçemle günün huysuzluğu dolaşan kısrak
Vay acemi öpüşlerden gövdeme boşalan acımtırak haz
Telaş, kıvranış parıltılı gözlerdeki atılganlık
Ya görevin ne senin görevin Oynaşmak değil mi içimdeki savaşmak duygusuyla
Ve benim nevresimim kararmışsa kirden, rutubetten
Sarhoşsam gülümseyişlerden ağlayışlardan
Ve kaynak sularıyla üstüme yağan aydınlık hulyaları
Senden gelen ısıyla koruyorsam Ne demeli simdi
Ey serçelerin sabahlarla doluştuğu cıvıltı
Ey bir romanın olur olmaz yerinde dikkatti çeken hayal
Kalbimi çevreleyen sevda gözeneyi
Acıyış, şefkat, umursayış, hırçınlık seli
Beni düşün öyleyse Beni hayretin ve karanlığın eşiğinde
Beni fitillerde başlayan bir fısıltı
Anında ilk satırı yazarken bir bildirinin
Kulaktan kulağa dolaşan haberlerin bağrında
Beni dar camlarda değil Bir bulutun seyrinde düşün
Burada ortasında sıçraya sıçraya kabaran alevlerim.
Nihat BEHRAM
Göğe mi dokunmalı, ucuna mi körpe filizin
Öyleyse karanlık sokaklarda koştuğumu düşün
Ay gene bir kadın gibi sarkıyorken denize
Dirseklerimle böğrüme gömdüğüm titremeyi düşün
Oradan göğsümü kaplayışını soğuk bir terin
İlk sözcüğü anlamla birleştiren çocuğu düşün
Onun kavradıkça derinleşen şarkısını
ay perçemle günün huysuzluğu dolaşan kısrak
Vay acemi öpüşlerden gövdeme boşalan acımtırak haz
Telaş, kıvranış parıltılı gözlerdeki atılganlık
Ya görevin ne senin görevin Oynaşmak değil mi içimdeki savaşmak duygusuyla
Ve benim nevresimim kararmışsa kirden, rutubetten
Sarhoşsam gülümseyişlerden ağlayışlardan
Ve kaynak sularıyla üstüme yağan aydınlık hulyaları
Senden gelen ısıyla koruyorsam Ne demeli simdi
Ey serçelerin sabahlarla doluştuğu cıvıltı
Ey bir romanın olur olmaz yerinde dikkatti çeken hayal
Kalbimi çevreleyen sevda gözeneyi
Acıyış, şefkat, umursayış, hırçınlık seli
Beni düşün öyleyse Beni hayretin ve karanlığın eşiğinde
Beni fitillerde başlayan bir fısıltı
Anında ilk satırı yazarken bir bildirinin
Kulaktan kulağa dolaşan haberlerin bağrında
Beni dar camlarda değil Bir bulutun seyrinde düşün
Burada ortasında sıçraya sıçraya kabaran alevlerim.
Nihat BEHRAM
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)