Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is,
Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz
Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla,
Ve tarihle yargıla...
Bal değildir ölüm bana,
İdam gül değildir bana,
Geceler çok karanlık,
Gel düşümdeki sevgilim,
Ay ışığı yedir bana...
Ahh... Ben hasrete tutsağım,
Hasretler tutsak bana Bıyığımdan gül sarkmaz,
Bıyık bırakmak yasak bana,
Mahpus bana, sus bana.
Yağlık ilmek boynuma...
Sevgili yerine
Koynuma idamlar alır, idamlar alır yatarım,
Ve sonra sabırla beklerim,
Bulutları çekersiniz üstümden,
Suçsuzluğumun yargılayıcılarını yargılarsınız,
Ve o güzel geleceği getirirsiniz bana...
Ölüm tanımaz işte o zaman sevgim,
Tırnaklarımı geçirip toprağın sırtına, doğrulurum,
Gözlerimde güneş koşar,
Ve çiçekler ekersiniz, çiçekler ekersiniz toprağıma...
Duygu bana, öykü bana,
Roman gibi her an bana
Hücremde yalnızım gel,
Gel düşümdeki sevgilim,
Soyunup hazırlan bana.
Biraz sonra asmaya götürecekler beni,
Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni,
Hoşçakalın sevdiklerim;
Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök...
Bütün doğa hoşçakalın...
Hoşçakalın sevdalılar,
Çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar,
Sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar,
Hoşçakalın...
Hoşçakalın senfoniler, oyun havaları,
Sevda türküleri ve şiirler.
Bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler.
Dağlarında yürüdüğümüz toprak,
Yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler hoşçakalın...
Hoşçakalın ağız tatlarım;
Sıcak çorbam, çayım, sigaram...
Havalandırma sıram, banyo sıram, kelepçe sıram...
Parkamı, kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı,
Ve kalemimi, ve saatimi,
Ve kavgamı bıraktığım sevgili dostlar
Hoşçakalın, hoşçakalın...
Dostum bana, sevdam bana,
Soluğunu geçir bana,
Uyku tutmuyor gözüm,
Anılar sıraya girdi.
Gel anne süt içir bana
Hoşçakalın anılarımı bıraktığım insanlar,
Mutluluğu için dövüştüğüm insanlar,
Yedi bölge, dört deniz,
Yedi iklim, altmış yedi şehir,
Okullar, mahalleler, köprüler, tren yolları...
Deniz kıyıları, balıkçı motorları, takalar,
Asfalt yolu boyu dizilmiş fabrikalar,
Ve işçiler ve köylüler...
Hoşçakal ülkem
Hoşçakal anne, hoşçakal baba, kardeşim,
Hoşçakal sevgilim, hoşçakal dünya,
Hoşçakalın dünyanın bütün halkları,
Sınırlı olmayan mekâna,
Sınırlı olmayan zamana gidiyorum ben;
En sevda halimle, en yaşayan halimle,
Gidiyorum dostlarım,
Hoşçakalın, hoşçakalın...
Beni yaşamımla sorgula iki gözüm,
Beni yüreğimle, beni özümle,
Bilimle anla beni, felsefeyle anla beni,
Tarihle anla beni,
Ve öyle yargıla...
Ersin Ergün
18 Kasım 2007 Pazar
Merhaba;
Merhaba;
4 Kasım 1978’de dünyaya gözlerimi açtım. Annemin ve Babamın büyük bir heyecanla beklediği ilk meleği olmuş ve herkese merhaba demiştim.
Zaman geçti, ben çocuk oldum; zaman geçti ve ben genç bir kız oldum.
Bazen hep çocuk kalmak istedim. Çünkü o zaman hiç bir şeyin farkında olmayan masum bir çocuk olarak sadece oynuyor, oynuyordum.
Ama çocuk olmak bir tarafa genç olmak, yaşamayı bilmek daha doğrusu yaşamak zorunda olduğunu bilmek daha güzel. Biliyorum ki insan, hep genç olarak kalmayacak; yaşamak istediği kadar yaşamayacakta. Düşünüyor, bazen ağlıyorum…
“Herkesi görüyorum. İçimde garip bir acı,biraz hüzün ve mutluluk var. Herkes bir arada, kimi benim için dua ediyor, kimi ‘daha çok gençti’ diyerek düşüncelerini dile getiriyordu.
Arkadaşlarım ve tüm akrabalarım ağlıyordu.
Meleğim, gözümün nuru, tek kardeşim bensiz ne yapacağını bilmezcesine sadece bana bakıyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Babam, inanmıyordu öldüğüme. Mühendis olacaktı diyerek kendini hırpalıyor, kimseye aldırmıyordu.
Hakkını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim canım annem, bakışları her şeyi anlatıyordu. Yüreği yanıyordu. Nasıl yanmasın; canından bir parça kopmuştu. Yoktu artık…
Dostlarım, can arkadaşlarım, alışmak zor gelecekti elbet. Hayır diyordu içlerinden biri, olmaz, ölemez diyerek bağırıyor, bağırıyordu.
Ben; ağlamayın, üzülmeyin, bakın ben buradayım diyordum.
Annem, canım annem ne olur üzülme, neden ağlıyorsun koca kızın burada bak bana…
Hayır, hayır dönüşü yoktu artık. Beni duymuyorlardı. Onlar için ölmüştüm. İşte son duraktayım.
Anneme, babama, kardeşime, akrabalarıma, dostlarıma, okul ve iş arkadaşlarıma, kedime, bilgisayarıma, minik aynama, kalemime, kitaplarıma, evime, yatağıma, en sevdiğim ceketime veda edip yalnız devam edecektim yola…”
Sonra kendime geliyorum.
4 Kasım 1978’de dünyaya gözlerimi açtım. Annemin ve Babamın büyük bir heyecanla beklediği ilk meleği olmuş ve herkese merhaba demiştim.
Zaman geçti, ben çocuk oldum; zaman geçti ve ben genç bir kız oldum.
Bazen hep çocuk kalmak istedim. Çünkü o zaman hiç bir şeyin farkında olmayan masum bir çocuk olarak sadece oynuyor, oynuyordum.
Ama çocuk olmak bir tarafa genç olmak, yaşamayı bilmek daha doğrusu yaşamak zorunda olduğunu bilmek daha güzel. Biliyorum ki insan, hep genç olarak kalmayacak; yaşamak istediği kadar yaşamayacakta. Düşünüyor, bazen ağlıyorum…
“Herkesi görüyorum. İçimde garip bir acı,biraz hüzün ve mutluluk var. Herkes bir arada, kimi benim için dua ediyor, kimi ‘daha çok gençti’ diyerek düşüncelerini dile getiriyordu.
Arkadaşlarım ve tüm akrabalarım ağlıyordu.
Meleğim, gözümün nuru, tek kardeşim bensiz ne yapacağını bilmezcesine sadece bana bakıyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Babam, inanmıyordu öldüğüme. Mühendis olacaktı diyerek kendini hırpalıyor, kimseye aldırmıyordu.
Hakkını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim canım annem, bakışları her şeyi anlatıyordu. Yüreği yanıyordu. Nasıl yanmasın; canından bir parça kopmuştu. Yoktu artık…
Dostlarım, can arkadaşlarım, alışmak zor gelecekti elbet. Hayır diyordu içlerinden biri, olmaz, ölemez diyerek bağırıyor, bağırıyordu.
Ben; ağlamayın, üzülmeyin, bakın ben buradayım diyordum.
Annem, canım annem ne olur üzülme, neden ağlıyorsun koca kızın burada bak bana…
Hayır, hayır dönüşü yoktu artık. Beni duymuyorlardı. Onlar için ölmüştüm. İşte son duraktayım.
Anneme, babama, kardeşime, akrabalarıma, dostlarıma, okul ve iş arkadaşlarıma, kedime, bilgisayarıma, minik aynama, kalemime, kitaplarıma, evime, yatağıma, en sevdiğim ceketime veda edip yalnız devam edecektim yola…”
Sonra kendime geliyorum.
Ve bir kez daha seviniyorum, yaşama ve varolan herkese, her şeye…
TEŞEKKÜRLER!..
TEŞEKKÜRLER!..
Anlamayın
Beni kimse anlamıyor
Yıkandığın su, yürüdüğün yol,
Omzunda gezinen melek
Şemsiyende sayı saymayı öğrenen yağmur
Sarmaşık gibi yüzüne sarılan ayna
Binicisiz atlar, yeleli gece,
Elini altına soktuğun yastık
Hep başkalarının sevdiği şarkıları çalan radyolar
Kırmızı şarap gibi alnında gezinen ateş
Beni kimse sevmiyor
Denizdeki şişe, şişedeki mektup,
Mektuptaki söz
Tuttuğun günlüğe düşen gölge
Kuruttuğun çiçeklerden uçup giden koku
Beni kimse görmüyor
Kırılan bardak, taşan süt,
Eteğine sıçrayan çamur
Yorgunlukta başını dayadığın omuz
Rüzgarın getirip pencerenin önüne bıraktığı kuştüyü
Beni kimse anlamıyor
Yıldırım aşkları, boşanma davaları,
Evine dönen yolcu
Aşkını portofino mu mortofino mu,
Neyse işte öyle bir yerlerde bulduğunu
Şarkısında anlatan adam Ve mırıldanan, yalnızca mırıldanan
Kalabalıklar kentin iç organlarında
Beni kimse anlamıyor
Yaşını başını aldığı halde
Neden teyze olmadığını
Kimsenin bilmediği güzin abla
Bilginin kurutulacak bir çamaşır olduğunu sanan okul
Bir terliksi hayvan olduğunu
Ve tek hücreli canlılar gibi bölünerek
Çoğaldığını düşünen devlet
Beni kimse anlamıyor
Ayın arkada kalan karanlık yüzü
Aşkın sana bakan yaralı yüzü
Ve kayarlarken dilek tuttuğun yıldızlar
Düşerken avucuna çiğ taneleri
Beni anlamazken hiç kimse
Sesizce yok olur giderim
Beni anlamıyor işte
Ne kaldırımların soğuk yüzü
Nede düşen bir yaprak tanesi
Belki çıkar diyorum anlayan
Son umudumuda satarken
Şimdi ve yarın anlamasada hiç kimse
Gidiyorum artık herkese elveda...
Yıkandığın su, yürüdüğün yol,
Omzunda gezinen melek
Şemsiyende sayı saymayı öğrenen yağmur
Sarmaşık gibi yüzüne sarılan ayna
Binicisiz atlar, yeleli gece,
Elini altına soktuğun yastık
Hep başkalarının sevdiği şarkıları çalan radyolar
Kırmızı şarap gibi alnında gezinen ateş
Beni kimse sevmiyor
Denizdeki şişe, şişedeki mektup,
Mektuptaki söz
Tuttuğun günlüğe düşen gölge
Kuruttuğun çiçeklerden uçup giden koku
Beni kimse görmüyor
Kırılan bardak, taşan süt,
Eteğine sıçrayan çamur
Yorgunlukta başını dayadığın omuz
Rüzgarın getirip pencerenin önüne bıraktığı kuştüyü
Beni kimse anlamıyor
Yıldırım aşkları, boşanma davaları,
Evine dönen yolcu
Aşkını portofino mu mortofino mu,
Neyse işte öyle bir yerlerde bulduğunu
Şarkısında anlatan adam Ve mırıldanan, yalnızca mırıldanan
Kalabalıklar kentin iç organlarında
Beni kimse anlamıyor
Yaşını başını aldığı halde
Neden teyze olmadığını
Kimsenin bilmediği güzin abla
Bilginin kurutulacak bir çamaşır olduğunu sanan okul
Bir terliksi hayvan olduğunu
Ve tek hücreli canlılar gibi bölünerek
Çoğaldığını düşünen devlet
Beni kimse anlamıyor
Ayın arkada kalan karanlık yüzü
Aşkın sana bakan yaralı yüzü
Ve kayarlarken dilek tuttuğun yıldızlar
Düşerken avucuna çiğ taneleri
Beni anlamazken hiç kimse
Sesizce yok olur giderim
Beni anlamıyor işte
Ne kaldırımların soğuk yüzü
Nede düşen bir yaprak tanesi
Belki çıkar diyorum anlayan
Son umudumuda satarken
Şimdi ve yarın anlamasada hiç kimse
Gidiyorum artık herkese elveda...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)