4 Ekim 2009 Pazar

1- Aklını kullan.
2- İyice tanımadan hiçbir insana bağlanma.
3- Bitmemiş ilişkilerin üzerine ilişki kurma. Acı çeken sen olursun.
4- İyice soruşturup diğer insanların da haklı olabileceğini düşün.
5- Seni takmayanı sen hiç takma, konuşmayanla asla konuşma.
6- Güvenmediğin biriyle asla çıkma.
7- Yalanını yakaladığın kişinin düzelebileceğini düşünme.
8- İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil.
9- Kimseye yalvarma.
10- Asla dönüp de arkana bakma.
11- Sır tutmasını bil.
12- Dostlarının sevgilinden daha önemli olduğunu unutma. Onları asla sevgilin için satma.
13- Hak ettiğin sevgiyi alamadın mı kendini üzme, sorun sen değilsin.
14- Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut.
15- Kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla göz yaşı için asla yumuşama.
16- Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et.
17- Seni dinleyip anlama niyeti olmayanlarla tartışma.
18- Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme.
19- Eğer verdiğin sır o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır verme.
20- Dostun olacak insanları bazı kriterlere göre belirle.
21- Kendini öven insanlardan kaç.
22- Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.
23- Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.
24- Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorlarsa onların öğütlerini göz ardı etme.
25- Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka üstüne sıçrar.
26- Kendinin herkesten daha önemli olduğunu unutma.
27- Sen istemediğin sürece tanrı dışında kimsenin seni üzemeyeceğini aklından çıkarma.
28- Göz yaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler için harcama.
29- Sana bahsedilen zekâyı kullanmayarak tanrıya hakaret etme.
30- Senin zekâna inanan insanları hayal kırıklığına uğratma.
31- Kendini sev.
32- Alkol alınca kontrolünü yitirenlerle asla tartışma.
33- Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma.
34- Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakârlık yapma .
35- İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil.
36- Aşkta bile mantığına küsme. Kalbin doğru yolu bulacak içgüdüye sahip değil.
37- Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme.
38- Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanılabilecek hiçbir koz verme.
39- İstediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma.


SaD bUt TrUe

23 Ağustos 2009 Pazar

Yürek Göçü

Nasıl da inceden işleyen bir sızıdır,bu zulümlü gece. Oysa daha dün,simsiyah bir gül görkemiydi yüzün. Seher sabahını sırtlardı dağbaşı omuzların,bakışların süzülürdü gözlerinin buğulu şafağından. Ne de alazdı çiğ düşmüş dudaklarının açılışı. Çatılan gövdelerimiz tutuşur,karanlığı yakardık. Neylersem rakının dünkü tadı yok,mumlar dudağın kızılı yanmıyor. Unutulmak en büyük kötülüktür.Hunharca öldürüyor adamı... Ah! yıldızlar orada kaldı gözlerinde doğan yıldızlar... Düşlerimin gök mavisi karardı. Körüm kör, gel de senden kalanları gör... Yapraklarını bile tutamayan, güz dalları ellerim... Yağmurun sesi kırılır etimde,canımın yangını sönmez içimde, Acılardan geriye neyim kaldıysa,yüklendim gidiyorum... Bir bilinmeyene... Vurmuşum sokaklara,çırılçıplak sulara,alaz dilli rüzgarlara,karanlık kan uykulara... Ellerim diyorum,Temmuzda üşürse böyle, kalırsa karanlıkta bir başına,sarılırsa birbirine korkudan.. senin eserindir. Zaman sakalını uzatıyor yüzümde kırlaşarak,iştahını etimde biliyor yalnızlık, karanlık üstüme üstüme geliyor. Yüreğimde göç sesleri,bir göç niye kabuk bağlamaz?.. Kanar ha kanar... Ah gövdemde biriken yağmurlar .. Vaktidir,serseri sular yalınayak,sokaklara düşmenin vakti... Serserinin biriyim,ne ölü ne diriyim,bir yara da sen yükle,öyle çekip gideyim... Vurmuşum sokaklara,çırılçıplak sulara,alaz dilli rüzgarlara,karanlık kan uykulara... Benden sana yar olmaz,acıdan diyar olmaz,yüreği göç verende,sevdalara yer kalmaz...

Ali Nafile

1 Ağustos 2009 Cumartesi

BABA UNUTUR

Dinle oğlum: Bunları sen küçük ellerinden biri çenenin altındayumruk olmuş, sarı saçların terden ıslanmış, alnına yapışmışbir halde uyurken söylüyorum. Odana gizlice, tek başıma girdim.Sadece birkaç dakika önce, kütüphanede oturmuş gazetemiokurken, güçlü bir pişmanlık dalgası her tarafımı sardı.Suçluluk içinde kalkıp, yatağının başucuna geldim.
Düşündüklerim şunlardı oğlum: Sana kızmıştım. Okula gitmek içinhazırlanırken, yüzünü havluyla şöyle bir sildin diye sana bağırmış,ayakkabılarını temizlemediğin için seni azarlamıştım.Eşyalarını yere attığın için öfke içinde haykırmıştım.
Kahvaltıda da hata buldum. İçeceklerini etrafa sıçrattın,yiyeceklerini alel acele yedin. Dirseklerini masaya koydun, ekmeğine tereyağını çok kalın bir tabaka halinde sürdün. Sen oynamak, ben de trene yetişmek için çıkarken, bana döndün, elini salladın ''Güle güle baba'' dedin. Ben ise irkildim ve''omuzlarını dik tut'' cevabını verdim.
Öğleden sonranın geç saatlerinde herşey yeniden başladı.Eve gelirken seni dizlerinin üstünde eğilmiş, misket oynarkengördüm. Çoraplarında delikler vardı. Seni arkadaşlarının önünde,benimle eve gelmeye zorlayarak aşağıladım. Çoraplar çokpahalıydı ve eğer parası senin cebinden çıkıyor olsaydı,daha dikkatli olurdun. Bir düşün oğlum, bunlar bir babanın lâfları.
Daha sonra, ben kütüphanede okurken, gözlerindeacı dolu bir bakışla nasıl çekingen çekingen içeri girdiğinihatırlıyor musun? Gazetenin üstünden, rahatsız edilmişolmanın verdiği sıkıntıyla sana baktığımda, kapıda durakladın.Ben ise ''ne istiyorsun'' diye kükredim.
Hiç birşey söylemedin ama aceleyle bana doğru koştun, kollarınıboynuma dolayıp beni öptün. Küçük kolların Tanrı'nın yüreğineyerleştirdiği, sana yaptıklarımın bile solduramadığı o büyük sevgiyleboynumu sıkıyordu. Sonra koşa koşa merdivenlerden çıkıp gittin.
Evet oğlum, bundan hemen sonra gazetem ellerimden kaydı vemüthiş bir korku her yanımı sardı. Adetlerim bana neler yaptırıyor?Hata bulma adetim, azarlama adetim. Sana bir çocuk olduğuniçin verdiğim ödül bu mu? Seni sevmediğimden değilama bir çocuktan çok fazla şey beklemiştim.Seni kendi ölçütlerimle değerlendirmeye kalkıyordum.
Oysa karakterinin o kadar iyi o kadar güzel yanları vardı ki.Küçük yüreğin, dağların ardından söken şafak kadar büyüktü.Ve bunu gelip bana iyi geceler öpücüğü vererek gösterdin.Bu akşam başka hiçbir şeyin önemi yok oğlum. Karanlıktayatağının başucuna geldim ve utanç içinde diz çöktüm.
Bu çok yetersiz bir af dileme çabası. Bunları sana senuyanıkken söylersem anlamayacağını biliyorum. Ama yarın gerçek bir baba olacağım. Seninle dost olacak, senacı çektiğinde bende çekecek, sen güldüğünde ben de güleceğim.İçimden kötü sözler etmek geldiğinde dilimi ısıracağım.Sonra kendime hep şu sözleri söyleyeceğim:O sadece bir çocuk, küçük bir çocuk.
Korkarım seni sanki bir yetişkinmişsin gibi gördüm.Ama şimdi seni yatağında dertop olmuş, yorgun, uyurkengörüyorum da oğlum, hâlâ bir bebek olduğunu anlıyorum.Daha dün başını omzunun üstüne koyduğun anneciğininkucağındaydın. Senden çok fazla şey bekledim, çok fazla...


W. Livingston Larned

12 Temmuz 2009 Pazar

Arkadaş

Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu ve: - Teğmenim. Fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?.. Delirdin mi? der gibi baktı teğmen... - Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile.. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakın.. Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi.. "Git o zaman.." İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşınan arkadaşına döndü: - Sana değmez, hayatini tehlikeye atmana değmez,demiştim. Bu zaten ölmüş.. - Değdi teğmenim. dedi asker.. - Nasıl değdi? dedi teğmen. Bu adam ölmüş görmüyor musun?.. - Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim icin.. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı: - Jim!.. Geleceğini biliyordum!.. demişti arkadaşı... Geleceğini biliyordum..

YOLUMUZDAKİ ENGELLER

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendiside pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese Altın doluydu.Bir de kralın notu vardı içinde. "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel, yaşam koşullarınızı iyileştirebilecek bir fırsattır.."

Hırs ile mutluluk birbirlerini hiç görmezler

ABD'nin New York şehri, trafik yoğunluğu en çok olan dünyanın belli başlı metropollerinden biridir. İşte, New York'un bu oldukça hareketli günlerinin birinde şehrin 5'inci caddesinde yürüyen bir adama bir otomobil hafifçe çarptı. Bu istenmeyen kazada yayaya bir şey olmamıştı. Otomobilin şoförü yayayla konuştu, özür diledi ve iş tatlıya bağlandı. Fakat yaya düştüğü yerden kalkmaya hazırlanıyordu ki, hadiseyi uzaktan görüp gelen bir aklı evvel, düşen adamın yanına gelerek yerinden kalkmadığı takdirde yaralandığını öne sürerek sigortadan hatırı sayılır miktarda para alabileceğini söyledi. Bir anda emeksiz kazanacağı yeşil dolarları gözünün önünde canlandıran adam, paranın cazibesiyle doğrulduğu yerden yeniden arabanın önüne yattı. Araç sürücüsü ise bütün bu olanlardan habersiz, adamın gittiğini düşünüp, bir an önce hadise mahallinden uzaklaşma telaşıyla arabasını çalıştırıp gaza bastı. Bir anlık hırsa kapılan arabanın altındaki adam, daha ne olduğunu bile anlayamadan hırsının bedelini canıyla ödedi.
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.

Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

Bir Küçük Tebessüm

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı Hemen bir not yazdı, yolladı Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu Aksam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe basında oturan fakir adamın şapkasına bıraktıAdam öyle ama öyle minnettar oldu ki İki gündür boğazındanaşağı lokma geçmemişti Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu Sıcak odada sabahakadar koşuşturdu Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı Bir yangın başlıyordu Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı Anneler, babalar dumandan boğulmaküzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılarBütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSÜMSÜN sonucuydu

Gerçek Sevgi

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzunboylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarakiçirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlarsofradan işte demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,o aç kalacaktır. ve kim kardeşini düşünür dedoyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu daunutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Nefesimi

Ayrılıklar uyandırmalı kör yüreğimi
cehennem yangınlarından ölmeden çıkrıysa bedenim;
artık benim olmalıyım, benim.
Yeter yüreğimi bir çift gözün ateşine rehin verdiğim.
Ateş artığı değildir karşılığımız.
Pusatını dağ sisinden alan,
firarırını mermisine emanet eden bir namludur bu eşkiya sevda ki;
zulasında asılı durur kefenlediği ölümü.
Ellerinin çeliğine su verilmiştir ta Adem'den beri.
Bilir ve intihar cüretiyle yoklar yüreğinin tetiğini.
Güneşin kızılca kıyametine kuruyan umut dallarını.
Yanacaksa cehennemden beter yanmalı!
Kim anlar ki eşkiyanın sağlamlığını;
özlemin çiseyle yıkanmış şafak değerini kim?
Hani ellerine kuşlar inerdi; karda üşüyen kuşlar...
Bahçen kuş sevinçlerinle inlerdi ay Şahrud.
Eşkiya yüreğime çığ düştü
üşüyorum haa...
aç ellerini.

Geldim mutsuzluğumla
Yürek susuzluğumla
Koynuna al demiyom
Eşikte koyma beni
Koynuna yatır demem
Yeter bağışla beni

Aç ellerin gireyim
Sana ömrüm vereyim
Kuruyan dudaklarına
Nefesimi süreyim
Kuruyan dudaklarıma
Nefesini süreyim

Dağlara küs olur mu
Bahara yas olur mu
İki can bir bedenken
Ayrı yatmak olur mu
İki yürek bir canken
Ayrı düşmek olur mu

Biliyorum suçluyum
Kentin kirli suyuyum
Sevmesini bilmiyorsam
Geçmişin sonucuyum

Aç kapıyı gireyim
Sana ömrüm vereyim
Kuruyan dudaklarına
Nefesimi süreyim
Kuruyan dudaklarıma
Nefesini süreyim

Tunay Bozyiğit

29 Mart 2009 Pazar

Yakarım Geceleri

Bu aşkın nüshası rüzgarlarda
Aslı bende kalacak
Bizi hasret saracak
Bulutlar çıldıracak

Ayrılık başımı döndürüyor
Kavuşmayı özlettin
İntiharlar kuşandım
Bu aşkı sen kirlettin

Geçtim borandan kardan
Yitirdim bahçeleri
Ellerimi tutmazsan gülüm
Yatamam geceleri

Bu aşkın nüshası rüzgarlarda
Kahrı bende duracak
Sende ihanet gülüm
Bende matem kalacak

Bu aşkın efkarı şarkılarda
Yüzün bende solacak
Bizi zaman yenecek
Ve anılar kalacak

Geçtim borandan kardan
Yitirdim bahçeleri
Ellerini tutmazsam gülüm
Yatamam geceleri

28 Mart 2009 Cumartesi

KOMANDO ANDI

Güneş Bu Diyardan Bir Başka Doğar
Komando Bu Düşmanı Çelik Pençesiyle Boğar
Gururlanın Ey Analar Sevinin Ey Bacılar

Her Türk :

HER TÜRK ASKER DOĞAR


Binlerce Cana Kıyıldı Acısı Yüreğimizde Sönmez
Komando'nun Andı Bu Hesabı Sorulmazsa Gülmez
Duyun Ey Hainler Duyun Ey Düşmanlar

Şehitler :

ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ


Tek Tek Sorulacak Bu Hesaplar Aziz Şehitlerimiz İçin
Günahsız Yavrulara Kıydınız Söyleyin Niçin
Hain Dilleriniz Varmıyor Söylemeye
Siz Söyleyin Komandolar

Herşey :

HER ŞEY VATAN İÇİN


İşte Komandolar İşte Hepsi Burada
Ürkekliğe Yer Yok Yüreğimizde Korkuya Elveda
Bin Canım Olsa Bin Kez Veririm Yoluna

Vatan :

VATAN SANA CANIM FEDA

ZAP SUYU

Karanlık gecede kara sudan zap suyuna giden yol
Dolunay azaplığında vatanımın
Ay örgüsü saçlarına vurgun düşmüşüm
Alın yazımıza vatan ve bayrak şehitlik yazılmış

En güzel türküyü kurşun söyler özüme
Ola ki Tendürek ağıdı Cudi Gabar türkülerinde
Muhabbeti bulurum bir zaman
Şahadetse aslanların savaşında

Ölümsüzlük şehitlik bayrak hilalinde
Can veren kan veren yiğitler
Yar gönlümüze düşende çıktık dağların başına
Karanlık gecede el uzattık hilale
Vurgun yedik seher rüzgarında
Gurbet türküleriyle selam ettik yar diyarına
Savaş türkülerinde kendimizi bulduk
Vatan türküsüyle huy eyledik her zaman

Kürşat baskınlarında şahadetime destur verilirken
Tekbir-i ilahi ki bayrağımdaki iman
Yıldız yüceliğinde vatan olası gönül
Neylerim neylerim sensiz acep?

Seninle gezerim Şavşat’ı Kars’ı
Seninle inerim Bingöl’den Van’a
Muş’tan el ederim Adıyaman’a
Ben deli sevdalar yaşar uykusu geçerken
Keleş sesinde yas tutarım
Ölen şehitlerin ardından

Mimarisi olduğum Anadolu’yu gezerken
Nasibim bir kurşun olup da düşersem toprağa
Eğer eğer toprak bana asmışsa bağrını
Damla damla düşüyorsa toprağa kan
Bayraklara sarılıyorsa tabutlar
Analar analar ağlıyorsa yitik erlerinin ardı sıra
Gelinler gelinler yas tutuyorsa yiğit erlerinin ardından
Ki Türk devleti öksüz kalacaksa eğer

Koyuver şahin misali saldırsın İbrahim’in delilerini
Mehmetçesine çakal sürüsüne

Ay gökte kaldıkça
Ulu kocaların ak sakalların duası
Üstüne olsun.

KOMANDO OLMAK ONURUMDUR

Olur ya, bir çatışmada ölürsem,
Arkamdan yas tutmayın.
Bırakın toprağımda rahat içinde yatayım.
Bedenimden komandomu çıkarmayın,
Onlar benim onurumdur,
Ölünce kefenim olacak...
Başımdan mavi beremi çıkarmayın,
O benim şanım,şerefim olacak...
Ayağımdan botlarımı çıkarmayın,
Onlar nice yollar aşacak,
Şehit olursam Sırat köprüsünden geçecek...
Elimden tüfeğimi almayın,
O benim mezarıma sembol olacak...
Yaramın kanını silmeyin,
Ahirette hesabı sorulacak...
Göğsümden kör kurşunu çıkarmayın,
O benim madalyam olacak...

20 Şubat 2009 Cuma

Liseli Kız

Benim de bir zamanlar sevdiğim vardı
Beyaz dantel yakalı liseli bir kız.
Bağlarda, bahçelerde, yaylalarda yeşeren
Al karanfiller gibiydi aşkımız...

Gülünce içimde rengârenk güzel,
Güller açılırdı iri.
Hani bilirsiniz ya yıldızsız siyah
Geceler gibiydi gözleri.

Bir mermer çeşmeden akan su gibi,
Geçip gidiyordu günlerimiz.
Biz bize yaşıyorduk kendi kaderimizi
Bütün yaratıklardan habersiz.
Ve yuvada bekleşen sabırsız, küçük
Serçeler gibiydik ikimiz.

Gözleri konuşurdu susunca, mahzun:
'Seni seviyorum' derdi.
Sevdadan, gurbetten, hasretten yana
Sıcak türküler söylerdi...

Üstelik bir ceylan gibi sebepsiz
Ürkek halleri vardı.
Ayrılık deyince oturup sessiz
Çocuklar gibi ağlardı.

Bilmiyorum şimdi kaç yıl, kaç mevsim
İçli mektuplar yazdık.
Bazen yan yana yürür, beraber otururduk
Ama konuşamazdık.

Ben görmedim şimdi öyle diyorlar
Büyümüş artık liseli kız, gelin olmuş...
Unuttum her şeyi diyormuş
Ve her gece rüyâsını nur topu kadar güzel
Sarışın çocukları süslüyormuş.

Görsem çocuklarını şimdi diyorum
Bakamam yüzlerine çaresiz
Bana bakar çocuklar sessiz.
Çocukları gözlerinden tanırım
Biliyorum, hiç birşey bilmezler ama
Bakamam, utanırım

Yavuz Bülent Bakiler

18 Şubat 2009 Çarşamba

Dur hoyrat bakışlım gitme

Son sözümü söylemedim daha
Dur otur şöyle
Bir sigara yak bir çay iç
Konuşurken çantanla oynama
Son sözümü söylemedim daha
Hakkım bu benim yağlı ilmek darağacında
Son arzumu söyleyip gideceğim diyorum
Dur hoyrat bakışlım dinle bi Dakka
Al bu peçeteyi terleyen avucunla ıslat
Ben anlattıkça sen ağla
Ben de ağlarım ama
Ağlamak yakışmıyor delikanlıya

Dur öyle bakma
Bu bakış yakışmıyor sana
Kan kusuyor gözlerin
Nefret köpürüyor sözlerin
Ah benim hoyrat bakışlım
Son sözümü söylemedim daha
Göğsüm daralıyor sesim titriyor
Öyle bakma ne olur
İçim yanıyor

Gerekirse gecede çalışırım
İş bulurum İstanbul’da
Kaç bilezikse alırım
Akşam pazarı içim
Karanlık ve dağınık
Yanlış sözler söylersem kusura bakma
Salı pazarından fistan alırım sana
İtfaye meydanından ince koltuklar
Eskiciden buzdolabı fırın birde makine
Teyp alırım sana çift kasetlisinden
Hasret türküleri dinlersin
Bilirim türküleri seversin sen
Yorgun gecelerimde dökersin üstüme
Ezberden birkaç şiir okursun
Gündüzden kalmış birkaç şarkı
Dur öyle bakma hoyrat bakışlım
Gece de çalışırım ben
İş bulurum İstanbul da
Dur gitme hem son sözümü
Söylemedim daha
Bir çay daha iç bir sigara daha yak
Haftalığımı aldım bugün
Düşünme keyfine bak

Böyle bakmazdı eskiden gözlerin
Böyle nefret köpürmezdi
Ellerin böyle terlemez
Ellerimi isterdi
Terin tenimde kurur terlediğini bilemezdi
Ahh benim hoyrat bakışlım
Nasılda kötü olurdum ağladığında
Sana kıyamazdım bilirdin
Bilirdin de sanki ağlardın gıcıklığına

Dur bak garson geldi
Hadi bir çay daha
Tamam kapattım geçmişi
Ama anlasana
Boynu bükük kalacak hatıralar
Ve bir daha olmayacak asla
Hem sen yapamazsın Almanya'da
Kim dinler elin gavur memleketinde seni
Çayı bile sallamadır
Bulamazsın Kızılayı Çankaya'yı
Tamam baban dinlemiyor
Ablana anlat bunları
Komşu gelini örnek ver
İntihar ettiydi de
Öldürürüm kendimi de
Ben yapamam onsuz de
Dur hoyrat bakışlım gitme

Çayın yarım kaldı
Sigaranda rujun
Çantanda terin kaldı
Yüreğimde sancın
Dudağımda adın kaldı
Son sözümü söylemedim
Son sözüm kurtuluştu
Son sözüm ilk sözümdü
Gitme hoyrat bakışlım gitme
Yokluk mertliği bozar
Mertliğinden ödün verme
Gitme gönlümün kadını
Son sözüm artık ilk sözümdü
Dur hoyrat bakışlım gitme
Bana kızıp da ömrünü heder etme

Işıklı geceler de yalnız kalırsın
Boynu bükük kalırsın her ezan vakti
Boğulursun Almanya'nın puslu yazında
Hoyrat bakışın mahzun olur
Üşürsün temmuzunda, yanarsın kasımında
Yıldızları sayarsın ağladığında
Beni hatırlarsın bir bardak sallama çayda
Hoyrat bakışlım gitme demiştim
Demek
İstemem sana
Vakit geç olur pişmanlığına

Gitti Hoyrat Bakışlım Ben Mahzun Kaldım
Sakalıma Kır Düştü Sacım Ağardı
Her Aksam Yıldızlara Bakmak İstedim
Gözlerim Gözlerine Takıldı Kaldı

Bedirhan GÖKÇE

17 Şubat 2009 Salı

Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman

Dilimde sabah keyfiyle yeni bir ümit türküsü
Kar yağmış dağlara , bozulmamış örtüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerlerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum ,geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Beklesen de olur , beklemesen de
Ben bir gökkuruşum sırmalı kesende
Gecesi çok süren karlar buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırırsa seni bana
Geleceğim diyorum,takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarımı aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtmem, ne olur takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri saracağım ben
Yeter ki bir çağır çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalarda geleceğim sana
On iki ayın birisinde,kesin takvim sorma bana
ıhlamurlar çiçek açtığı zaman

Bak işte notalar karıştı ,ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmur arsız
Ey benim yeni alfabemdeki kadim elif
Ne güzellik ,ne tad var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum biraz mühlet tanı bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Ihlamur çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sadığım ,sadığım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Bedirhan Gökçe

12 Şubat 2009 Perşembe

İYİ GELİN NASIL OLMALİ

DIYARBAKIRLI BIR ANNENİN OĞLUNA MEKTUBU(Gerçek yasamdan alınmıs bir Mektup.)
MEKTUP
Oğlum Mahir !
Ana heyran nasılsan?
Ne haldasan
Biz seni aramasah sormasah
Sen bizi ne arisan ne de sorisan
Sen ne hersiz bir evlatmissan
Bemirad Olmiyasan hahin kizinan gezisen dolasisan
Edemisen anan mektup yazasan
Heç Allah’tan korkmisan bizi meraka birahisan
Dünegin arkadasın Hüsen gelmisti Ankara’dan
Getmisem sağlık haberin ondan almısam
Seni belediye otobozunda görmis bir kıznan
Sözlüm diye bahsetmissen o kızdan
Birde yüzüg tahmissan barmağan Niye oğlum sen anasız kalmissan sansahan evlenmağa kalhmissan? Hüsen’e dedim ki; “Hüsen! Hele birez kızı anlat”
Dedi ki
“Ne anlatayım diyaza, ay parçası bemirad
Gülende güller açı
Ağlıyanda incinen mercan saçi
Bele güzel ne görülmis ne duyulmis.
Mahir!
Niye sen hirif olmissan
Böyükleren danismadan evlenmağa Kardasindanda mi ibret almisan?
Getti bir tango kiz getirdi
Ne kendisi rehet etti
Ne de bizi rehet ettirdi
Kiz da kiz olaydi üreğim yanmazdı
Ele zaif ele zaifti ki
Ayni Çirtik Eso’ya benzidi
Çirpi gibi bacaği
Emin ağanin ayağı gibi ayağı
Çamasır tokacı gibi de elleri vardı
Ne ağlidi ağliyasan
Ne gülidi gülesen
Ne konusmağimizi beğenidi
Ne pisirdiğimizi yiyeydi
Zikkimin köküni yiyeydi
Herbisede kusur buludi
Herbiseye yeni yeni adlar tahidi
Ben deyidim babakanuç
O deyidi “ patlican ezmesi ”
Ben deyidim lebeni
O deyidi “ yoğurt çorbası ”
Ben deyidim hilorik asi
O deyidi “ eksili izmir köftesi ”
Yoh! Carut değil farasmis
Kiçe değil sokahmis
Hebene değil destiymis
Havuca pirçikli demah ayıpmıs
Ben bele konusayım diye benden utanimis.
Niye kendi yaptığından utanmidi
Gün evle olidi yatahtan kahidi
Benim elimden çaput
Onun elinden roman düsmidi
Gezmeye gidende de en öne o düsidi
Birgün baban dükkanden geldi hanımın kızı yeriden bile teprenmedi
Baban çoh ağrına getti
Birahsam, alımallah seçini pirçigini yolacajtı.
Ben ne sanssiz bir kariymisam anam!
Kaynanalarım zalim zamninda da kaynana olmisam
Kime ne etmisem ki bulmisam.
Mahir! Sen sen olasan
İster Diyarbekir’li olsun
İstersen yedi yabancıdan olsun
Yeter ki helal süt emmiş bir kız olsun
İstiyem ki sonradan pesman olmiyasan
Karı kimsi ayakkabı değil ki sihtimi çıharan atasan
Namusumdur diyecahsan
Ömrübillah çekecahsan
Mahir! Biliyem eyisen hossan
Herseye çabuh kızısan
Kizanda da alalo gibi kabarisan
Oğlum! Asebi erkeğin kahri çoh olur
Kahir çeken kari zor bulunur
Onun için kariların Hamuri sabırnan yoğrulmuştur.
Onlar hanımdır
Onlar hatundur
Onlar sultandır
Onların mekani Cennet-i ala’dır
Onlar isihtir
Onlar nurdur
Onlar yüce Allah’ın erkeklere bir lütfudur...

6 Şubat 2009 Cuma

MEMLEKET İSTERİM

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun...

CAHİT SITKI TARANCI

3 Şubat 2009 Salı

HASRETiNDEN PRANGALAR ESKiTTiM

Seni, anlatabilmek seni.
iyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
dışarda gürül- gürül akan bir dünya
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
üşüyorum, kapama gözlerini

Ahmet ARiF

Melek Annem

hastalandım üşüyorum ciğerlerim parça parça
hastayım öksürüyorum ciğerlerim parça parça
nasıl tütüyor gözümde elinle yaptığın çorba
ya sen olaydın yanımda ya da bir tas sıcak çorba
annem annem canım annem
gelip ellerini tutsam yine dizinde uyutsal
kollarınla sarsan beni büyüdüğümü unutsam
annem annem melek annem
ne olursun kalk gel annem bana ninni söyle annem
oturupta başucuma saçlarımı okşa annem
ellerini öpüyorum hasret kaldım sana annem

gözüme uyku girmedi saat sabahın altısı
gözüme uyku girmedi saat sabahın altısı
yüreğimde bir sıkıntı bu hasretin bunaltısı
gözlerimdeki bu hayal evimizin karaltısı
annem annem canım annem
sanırım ki sen gelmişsin başucuma eğilmişsin
uzatırım ellerimi meğer gerçek değilmişsin
annem annem melek annem
ne olursun kalk gel annem bana ninni söyle annem
düşmüşüm el hududuna saçlarımı okşa annem
ellerini öpüyorum hasret kaldım sana annem

31 Ocak 2009 Cumartesi

Psikopatik aşk

Birşey öğrendim
Gel değişik sevah
Sen beni sev ben seni sevim
Sevdayı yaşiyah

Sen benim için yan
Ben seni severah yanim dutuşim
Klasik aşk neyse oni yaşiyah

Yada sen sevme haberin olmasın
Ben sene sevdalanıp dolaşim
Platonik aşk neyse oni yaşiyah

Sevdada oturah yiyah içah
Ele olah ki kan kusah
Tombilik aşk neyse oni yaşiyah

İstersen sevdandan kendimi kesim
Sağı mi solu mi doğriyim biçim
Psikopatik aşk neyse oni yaşiyah

Dur ben kerem olim sen aslı
Sonumuz ele bitsin yaslı
Nostaljik aşk neyse oni yaşiyah

Ele sevah ki gara sevda olah
Araplara benziyah gapkara olah
Gara aşk neyse oni yaşiyah

Yalan söylemiyah hep doğru diyah
Beraber oturah beraber yiyah
Realist aşk neyse oni yaşıyah

Birbirimize türkü söyliyah mızıldiyah
Elele tarlalarda bostanlarda gezah
Romantik aşk neyse oni yaşiyah

kediyi gudiği (köpek)sen diye sevim
Sende horozi culuği(hindi) ben diye sev
Sembolik aşk neyse oni yaşiyah

Gel elele tutuşip gendimizi elektiriğe verah
Zangır zangır titriyah,ölmiyah
Elektronik aşk neyse oni yaşıyah

Ahırlarda komlarda buluşah
Tezek galahlarının (yığın) dibinde oturah
Otantik aşk neyse oni yaşiyah

Sen beni sevirsen bilirem, ben de seni
Ele ........... bırahah hakket sevah
Adam gibi sevah sevdayi yaşıyah...

30 Ocak 2009 Cuma

YAĞDIKÇA...

Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü,
Kavim göçlerinden bu yana ağlayan
Ve durmadan
Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler
Çalan, çaldıran, yakalatan
Adı bende gizli bir kadındı İstanbul

Şehre bir yağmur yağdı
Ben ağladım

Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan
Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses
Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır
Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü
yerlerinden
Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk
sipariş edildi yeniden

Bir şehre yağmur yağdı
Ben ağladım

Kim daha çok yalan söndürdü çay
bardaklarında
Hangisi talandı demli öpücüklerin
Ve buğularda yitirilen kimin adıydı
Bir aşktan diğerine kaç saate gidiliyordu
Soyulur muydu kabuğu hayatın
Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?

Yağmur şehre bir yağdı
Ben ağladım

Ben ençok seni götürdüm giderken
Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları
Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı
Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi
Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı

Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı
Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı
Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı

Ben...
Yağmur...
Ağladım...

Yılmaz ERDOĞAN

22 Ocak 2009 Perşembe

BU SEVGİDİR

Onun güzelliğini herkes görüyorsa o bence az güzeldir.
Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir.
Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir.
Yalnız ben biliyorsam bu aşktır.
Hiç kimse görmüyorsa bu yalnızlıktır...

ÖZDEMİR ASAF

21 Ocak 2009 Çarşamba

ABBAS

Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'ta;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan...

CAHİT SITKI TARANCI

ÖZLEDİM SENİ...

özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
'git artık' demek
'beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa
'
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....

CAN YÜCEL

AŞK

Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür;
Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin...

ÖZDEMİR ASAF

AKIL GÖZÜ

seni bulmakdan önce aramak isterim
seni sevmekten önce anlamak isterim
seni bir yaşam boyu bitirmek değil de,
sana hep hep yeniden başlamak isterim...

ÖZDEMİR ASAF

20 Ocak 2009 Salı

Hoş Geldin Bebek

hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.

16 Ocak 2009 Cuma

Gözlerin

Ve gözlerin aklıma gelir
Ve sözlerin
Gidişin gitmiyor gözümün önünden
Ve izleri derin

İlk değilsin bu senin bildiğin
Ve yine biliyorsun sen en son sevdiğim

Şimdi uzaklardasın
Ben çamlar arasında bir hastane odasında
Ciğerimde bir ince hastalık
İçimde kapanmak bilmeyen bir yara
Ve elimde sanki inadına bir sigara
Biliyorum dönmeyeceksin
Hatta arkana bile bakmaksızın
Gün gelir belki bir yuva kurarsın
Oğlun olursa benim adımı koyar mısın?

Gittin
Dağ gibi sevdamı devirip ardında
Gittin
Allahaısmarladık bile demedin
Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçelerinde
O şarkıyı bir daha hiç söyleyemedim
Şimdi elimde bir bardak çay
Ve dudağımda buruk tebessüm
Kendi kendimi üzmemeye söz verdim
Ve ben seni hayatımın bir musalla taşının
En yakın yerinde sevdim...

Uğur Arslan

15 Ocak 2009 Perşembe

Misket (Küçük bir çocuğun büyük bir anısı)

Yaşlı adam, bir konfeksiyon mağazasına ait vitrine uzun uzun baktıktan sonra, ilerideki yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına dönerek:

-Küçüüük! diye seslendi. Bana biraz yardımcı olur musun?

Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp geldi. 7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler, "tek kelimeyle" dökülüyordu.
Yaşlı adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra:
Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim, dedi. Bakalım üzerine
uyacak mi?
Çocuk, bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi. Onunla birlikte mağazaya girerken, ilk önce rüyâda olup olmadığını, daha sonrada şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü. Genellikle ailedeki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen giyecekler, elbiselerin ona dar gelmesiyle birlikte ortanca kardeşe kalır, birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı.
Ama "her zaman hasta" dedikleri babasının ne kadar zor para kazandığını bildiğinden, bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. simdi ise, ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik de bayrama üç gün kala.

Çocuk, yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde, büyümüş
olduğunu ilk defa farketti. Çizgili kadifeden yapılmış pantolon, bacaklarının ne kadar uzun olduğunu ortaya koyarken, yeni ceketi de omuzlarını iyice geniş göstermişti. Fakat hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık üşümeyecekti. Çocuk, biraz önce kazandığı misketleri onun cebine bıraktığında, iyice keyiflendi. İrili ufaklı misketler, gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı. Demek ki her bir cep, en az elli misket alabilirdi.
Yaşlı adam, çocuğu sağa sola döndürdükten sonra, elbiselerin
paketlenmesini istedi. Ve iş tamamlandığında, tezgâhtara dönerek:

-Elbiseleri torunuma alıyorum, dedi. Kendisine sürpriz yapacağım
için, onları bu çocuğun üzerinde denedim. İkisinin de boyu falan aynı
da...
Çocuk, bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi.
Ama artık büyüdüğüne göre, bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa baktıktan sonra, üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara fırlattığı eskileri giydi.
Adam, elbiselerin torununa uyacağından emindi. Yaptığı hizmet için çocuğa bir ciklet parası vermek istediğinde, onu yanında göremedi. Haylaz velet, belli ki bu isten sıkılmıştı.
Çocuk, arkadaşlarının yanına döndüğünde, bir kenara çekilerek onları seyretmeye koyuldu. Ve bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı.
Arkadaşları :
-Niçin oynamıyorsun? diye sordular. En güzel misketleri sen
kazanmıştın.
-Çocuk, inci gibi yaslar süzülen gözlerini arkadaşlarından
kaçırmaya çalışırken:
-Misketlerim, bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi, dedi. Bu
yüzden onları, bayramlık kabanımın cebine sakladım.

-alıntı-

Bir'den Bir'e - Geçici Bir Ayrılık

Çok uzaklardasın şimdi sanki ruhumdan bile kaçar gibi
Sanma ki ihaneti isteyeceğim senden
Zaten gözlerin başka ufuklara bakar
Ruhun başka diyarlarda gezerken
Aşkını bile isteyemem,
Çünkü aşk verilir istenmeden.
Gökyüzündeki yıldızlara baktın mı hiç
Ne kadar çoklar, milyarlarca yıldız
Ne kadar çoklar ama hepsi yalnız
Üşüyorum, titriyorum sensizlikten
Ne garip bir duygu bu
Hiç tadamamışken senle olmayı
İçimde bir şeyler kıpırdıyor
Seninle olmanın hazzını hissettiren
Sanki birlikteymişiz gibi çok çok eskiden
Geçici bir ayrılık bizimkisi
İşler var, bitirilmesi gereken
Seninle olmayı ne kadar da özlemişim
Sensizlik ne kadar gerçekse şimdi
Sen de o kadar gerçeksin
İçimde hep bir özlem, geçmişten gelen

Can BİLGE

9 Ocak 2009 Cuma

BAĞLANMAYACAKSIN

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

CAN YUCEL

7 Ocak 2009 Çarşamba

Sen Olmasaydın

Sensin bu gölümün yöü mekanı
Bende ar olmazdı sen olmasaydın
Ak nergizler sana aksın dağlarda
Balda sır olmazdı sen olmasaydın
Dağlardaki güneş doğmaz aleme
Buluttaki yağmur yağmaz aleme
Gölümdeki güzel sığmaz aleme
Dünya dar olmazdı sen olmasaydın
Suru sırdan derler suyuma benim
El eyleyen çıkar toyuma benim
Elde güzel çokmuş neyime benim
Gözüm kör olmazdı sen olmasaydın
Kuşlar yuvasından uçar mıydı ki
Bulutlar yağmurdan kaçar mıydı ki
Yaylada çiçekler açar mıydı ki
Dağlar Kar olmazdı sen olmasaydın
Dostlarım el oldu senin uğruna
Gözlerim Sel oldu senin uğruna
Sefai'yim del oldu senin uğruna
Gurbet zor olmazdı sen olmasaydın

Aşık SEFAİ

1 Ocak 2009 Perşembe

DENİZİN ARDI ÖZGÜRLÜK

Ne demeli şimdi Bir çiğdemin toprağı yırtışını seyredişim
Göğe mi dokunmalı, ucuna mi körpe filizin
Öyleyse karanlık sokaklarda koştuğumu düşün

Ay gene bir kadın gibi sarkıyorken denize

Dirseklerimle böğrüme gömdüğüm titremeyi düşün

Oradan göğsümü kaplayışını soğuk bir terin

İlk sözcüğü anlamla birleştiren çocuğu düşün

Onun kavradıkça derinleşen şarkısını

ay perçemle günün huysuzluğu dolaşan kısrak

Vay acemi öpüşlerden gövdeme boşalan acımtırak haz

Telaş, kıvranış parıltılı gözlerdeki atılganlık

Ya görevin ne senin görevin
Oynaşmak değil mi içimdeki savaşmak duygusuyla
Ve benim nevresimim kararmışsa kirden, rutubetten

Sarhoşsam gülümseyişlerden ağlayışlardan

Ve kaynak sularıyla üstüme yağan aydınlık hulyaları

Senden gelen ısıyla koruyorsam
Ne demeli simdi
Ey serçelerin sabahlarla doluştuğu cıvıltı

Ey bir romanın olur olmaz yerinde dikkatti çeken hayal

Kalbimi çevreleyen sevda gözeneyi

Acıyış, şefkat, umursayış, hırçınlık seli
Beni düşün öyleyse
Beni hayretin ve karanlığın eşiğinde
Beni fitillerde başlayan bir fısıltı

Anında ilk satırı yazarken bir bildirinin

Kulaktan kulağa dolaşan haberlerin bağrında

Beni dar camlarda değil
Bir bulutun seyrinde düşün
Burada ortasında sıçraya sıçraya kabaran alevlerim.


Nihat BEHRAM

Puzzle Share

Click to Mix and Solve